Telifsiz resim kaynağı:  Gerd Altmann / Pixabay

Her tarafa yerleştirilen güvenlik kameralarına alışmadan sanal dünyanın gerçek kayıtları  attığımız her adımı takibe başlamıştı. Öyle ki kullandığımız kredi kartları, otobüse binerken kullandığımız akıllı biletlerle, girdiğimiz internet siteleri ve sosyal medya hesaplarımızla, telefon görüşmelerimizin kayıtları ve iş yerlerinde kullandığımız paket programlarla  geçtiğimiz her yerde bir iz bırakıyorduk. Uslu çocuklar olduğumuz sürece sorun yoktu aslında ama hangi verinin hangi amaçla kullanılacağının bilinmediği bir ülkede masum düşüncelerle bıraktığımız izler gün gelir de başımıza bela olur mu diye düşünmeden edemedik. Çok kısa bir süre önce günlerce tartışılan internet yasası da işin tuzu biberi olmuştu. Evet aldığımız nefes bile artık kayıt altındaydı.

Geçenlerde çalıştığım iş yerine gelen bir yazılım firması RFID (ar ef ay di) sistemlerinden bahsedince şaşkınlığım biraz daha arttı.  Özellikle stoklu çalışan ve depolama işleri yapan yerler için tam bir nimet olan bu sistemlerin mantığı da çok kolaydı. Elindeki malzemenin üzerine küçük bir etiket yapıştırmak yeterli oluyordu. Kurulan kapalı devre sistem malzeme kurumun içinde mi, dışarı mı çıkmış, kurumun içindeyse neredeymiş gibi takip olanakları verdiği gibi eldeki gibi stok miktarlarını da bir iki tıklamayla raporluyordu.

Buraya kadar çok iyiydi ama aklım işin çalışan boyutuna indirilmesiyle biraz karıştı. Örneğin bir hastanede aynı etiketi sağlık görevlisinin yaka kartına taktığınızda gün sonunda o sağlık personeli hangi hastanın odasına kaç defa girmiş, içeride kaç dakika kalmış gibi bilgilerin yanı sıra tuvalete ne zaman gitmiş, kaç kere gitmiş, kaç dakika kalmış gibi tuhaf bilgileri de grafikler halinde şıp diye gösteriyordu. Aynı etiketi yaka kartı yerine çalışanın üniformasında bir yere  (eğer kötü niyetliyseniz haber vermeden ve belli olmayacak şekilde) takmanız da mümkündü.

Bütün bunlar takip ve denetimle ilgiliydi ve belki belli etik kurallar çerçevesinde bunlardan yararlanmak büyük faydalar sağlayabilirdi ama okuduğum haberlerden birisi beni yerimden zıplattı. Haberde ABD ve AB ülkelerinde bazı klinikler yeni doğan bebeklerin cilt altına çip takmak üzere çalışmalara başladığı yazıyordu. Bu çipler bebeğin kaybolma ve kaçırılma riskini ortadan kaldıracağı gibi anne ve babalara çocuğun sağlığı, kan değerleri, beslenmesi ve gelişimi gibi istatistiksel bilgileri de verecekmiş. Böyle bakınca yine harika görünüyordu.

Bu harika görüntü eminim ki pek çok anne-baba tarafından da teknolojinin son nimeti olarak görülecek ve yine eminim ki pek çok kliniğin kapısında çip taktırma kuyrukları oluşacak ancak İşin burasında madalyonun arka yüzüne de bir bakmak lazım. Bahsettiğimiz yöntemler  insan vücuduna kadar girerek topladığı bilgilerle nerde, ne zaman, ne yaptığımızı denetliyordu. Takip ve denetim amaçlıydı. Ya bir sonraki adım?

Bir sonraki adımda bilgi akışının iki yönlü olmayacağını ve nerede, ne zaman, ne yapmamızın gerektiğine de başkaları tarafından karar verilmeyeceğini kim garanti edebilir ki? Gül deyince gülen, ağla deyince ağlayan, çalış deyince çalışan, uyu deyince uyuyan itaatkar bir dünya. Çiplerin bağlı olduğu bilgisayarlar kimin elindeyse onların istediğinin olduğu bir dünya… Bilimkurgu filmlerinden sahneler geliyor insanın aklına ama kimse bunun hayal ürünü olduğunu ve birilerinin bunu hayal etmekle kalmayıp üzerinde çalışmalar yapmadığını iddia edemez. Zihin kontrolüne giden yolda süratle ilerliyoruz, beyninizi teslim etmeye hazır mısınız?

Bir Cevap Yazın