Telifsiz resim kaynağı: needpix.com

Bütün Bilgileri verin bana. Dünya üzerindeki bütün kitapları, gazeteleri, dergileri okumak, bütün belgeselleri, sinema filmlerini izlemek, bütün müzikleri dinlemek ve hepsini aklımda tutmak isterdim. Kitapları okumak, filmleri izlemek her ne kadar romantik ve masumane bir istek olarak görünse de böylesine muazzam bir yeteneğe sahip olan, atom fiziğinden tarihe, ekonomiden siyasete ek olarak akla gelmedik bin bir alandaki bin bir milyon bilgiyi zihninde tutan insanoğlu her halde insanüstü bir varlık olurdu.

Yazıyı kil tablete geçirmeyi akıl eden ilk adam (kim bilir belki de kadındı) elinde tuttuğu küçük toprak levhanın günün birisinde ışıklar saçan ve üzerine parmaklarını gezdirdiğinde dünyanın öbür ucuna bağlanabilen bu günkü tablet bilgisayarlara dönüşebileceğini hayal bile edemezdi. Oysa o günlerde o küçük levhalar bu gün elimizden düşürmediğimiz o ışıltılı cihazlardan çok daha önemliydi ve öz bilgileri taşıyan gerçek belgelerdi. Ticaretten inanca, inançtan yasalara, savaşa ve barışa ait bütün bilgiler işte o  kil tabakalarına yazılır, kurutulur ve gerektiği zaman çıkartıp bakmak için sistemli bir şekilde saklanırdı.

O günler de mi daha kolaydı insanoğlunun işi bu gün mü tartışılır. Yüce hükümdar getirin bana Kadeş antlaşmasını dediğinde zamanın kütüphanecisi bakacağı adresi şıp diye belirleyip, kil zarfın içindeki kil tableti alır getirirdi. Bu gün milyonlarca kitabı olan bir kütüphanede adı belli bir kitabı görevlisi yine şıp diye bulup getirir ama asıl mesele aradığın bilginin hangi kitabın içinde hangi satırın arasında olduğunu bilmekte. İmla hatası yaptığında “Şunu mu aramak istemiştiniz?” diye soran ukala arama motorlarının getirdiği binlerce sayfanın içinde kim bilir ne cevherler yitip gitmekte.

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada bir yer de en baştaki o masum isteğimi yazdım. Aman herkesin ne hoşuna gitti. Öte yandan vaktin az ömrün kısa oluşu gibi gerçekler de hemen kendisini gösterdi. Kısa yoldan çözüme ulaşmak çözümlerin en geçerlisi sayıldığından olsa gerek küçük bir çip takarak bütün bilgileri bir anda zihnimize yüklemek gibi çözüm önerileri ilk akla gelenler oldu. Oysa ne kadar da keyifsiz bir fikirdi. Okurken, öğrenirken, izlerken ve dinlerken duyacağın heyecan kendisini hiç göstermeden uçup gidecekti. Asıl kafama takılan soru ise başkaydı; zaman geçtikçe insanlar mı bilgisayara dönüşecekti yoksa bilgisayarlar mı insanların yerine düşünüp, yorumlayıp karar verecekti.

Aradığım sorunun cevabı çok gecikmedi. Ünlü bilim adamı Hawking’in korkutan bir uyarısını okuduğumda budur işte dedim. Yapay zeka çalışmaları gelecekte insanoğlunun en büyük başarısı olabileceği gibi,  insan ırkının son başarısı da olabilir diyordu ünlü bilim adamı ve ekliyordu; en büyük tehlike ise yapay zekanın günün birinde insan zekasını geçmesi.

Seksenli yıllarda bir gazetenin ortaokul çocukları arasında yaptığı anket geldi hemen aklıma. Sorulardan birisinde günün birisinde robotlar dünyayı yönetir mi diye soruluyordu. İlginçtir buna hiç ihtimal vermeyenler olduğu gibi günün birisinde bunun gerçek olabileceğini söyleyen çocuklar da vardı. Demek ki böyle oluyormuş dedim kendi kendime. Yüz kırk karakterle derdini anlatan ve anlamaya çalışan, videoların üçüncü dakikasından sonrasını zaman kaybı olarak görmeye başlayan bir kuşak robotlara teslim olmak üzereydi. En baştaki fikri bir de şöyle düşünelim; ya günü birisinde yeryüzündeki yazılmış bütün kitapları, bütün dergileri ve gazeteleri, bütün müzikleri, bütün filmleri kısacası akla gelen bütün bilgileri belleğinde tutan ve yorumlayan bir bilgisayar yapılırsa…

Bir Cevap Yazın