Neler yapmadık ki bu vatan için...
Neler yapmadık ki bu vatan için…

Elmanın içini kemirerek dışarıya çıkmaya çalışan küçük ama çıktığında kocaman bir canavara dönüşecek kurtçuktu fikir. Yanlışı görüp de susan yanlış yapan kadar günahkâr, bana dokumuyorsa yaşasın diyen en az yılan kadar zulümkârdı.

“ Sussan olmuyordu, susmasan olmazdı.”

Bir tıkla açıverdiğimiz sayfaları,  “En son lafı ben koydum ama iyi koydum” övüncüyle kapatıp, bir iş görmekten çok, hizmet etmiş olmanın mutluluğuyla başımızı yastığa koyardık. En güzel yazan, en güzel konuşan, Nef’i ‘nin dizlerindeki mucizeli kuş gibiydik.

Tûtî-i mu’cize-gûyem ne desem lâf değil
Çerh ile söyleşemem âyînesi sâf değil

Ehl-i dildir diyemem sînesi sâf olmayana
Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil

 

Bir tarafta şahlar, sultanlar, padişahlar vardı diğer tarafta, yıldırımların düşmesine sebep olacak kadar uğursuz sayılan “Siham-ı Kaza”  yazanlar. Bir tarafta demir parmaklıklar, diğer tarafta geçim, çocuk, anne, baba, ev, mal, mülk ve türlü hedeflere yönelmiş hayatlar.

“ Sussan olmuyordu, susmasan olmazdı.”

Ormanlara gökdelenler dikilirken, almaya alışmış kirli eller zaten boş olan ceplere sokulurken, gencecik fidanlar toprağa düşerken, değer verdiğin ne varsa üzerine basılırken, insanlar sınıf sınıf ayrılıp bölünürken,  başına bir iş gelme ihtimalini bile bile yazmak, çizmek konuşmak, aptallık mıydı, cesaret miydi yoksa gösteriş mi?

“Kelp” diyen Tahir Efendilere “Sensin kelp”, “Bizden olamayanlar kâfir” diyenlere “Varıp ahrette görelim kim Müselman” demek miydi tek zorumuz?

Üç kez zindana atılıp affedilen, bir kez daha hiciv yazarsan kellen gider diye uyarılan Nef’i, katline sebep olan son hicvini yazarken ne düşünmüştü acaba?  Koyu esmer tenli zindan muhafızı  bir kez daha affedilmesi için dilekçe yazarken, kağıda damlayan mürekkep için “Mübarek teriniz damlamıştır efendim” dedikten sonra pişman olmuş mudur? Esmer muhafız’ın sinirle yırtıp attığı dilekçeyi görünce “Hay dilim tutulsaydı da konuşmasaydım!” demiş midir?

“ Sussan olmuyordu, susmasan olmazdı.”

Bu günün “Siham-ı Kazaları” sosyal medyanın paylaşım siteleriydi. Resimler ekleyip yazılar, yazacak, yazılanlar yorum yapacak, tersine konuşanı kodu mu oturtacaktık. Çiçekler, böcekler, küfürlü şarkılar, komik videolarla uyutulanları, “O büyük adamın” her sözüne inanları uyandırmanın tek yolu, her seferinde seviyesi biraz daha yükselen gazla “Vaveyla” kopartıp “Baht-ı kara maderini” kurtarmaktı.

Bu sabah gazetelerde alıştığımız ama bir türlü içimize sindiremediğimiz ve her seferinde yine aynı hırsa klavyenin başına koştuğumuz haberlerden birisi daha vardı. İsme gerek yok otuz yılda binlercesinin arasına katılanlardan sadece birisi. Emniyet amiriymiş. Kırk dört yaşında. Biri kız,  üç çocuk babası. Erkeklerden birisi babası gibi polis olmuş, diğeri polis okulunda. Kahraman baba Umreden dönmüş, görev yerine koşmuş. Kahpe pusulardan birisinde aziz canını daha aziz bildiği vatanına hediye etmiş.

“ Sussan olmuyordu, susmasan olmazdı.”

Sadece ve sadece utandım.

Sustuğum zamanlardan utandığım kadar susmadığım zamanlardan da utandım.

Bir Cevap Yazın