Gazete Kağıdıyla Aramızda
Gazeteden çok gazete kağıdınaydı belki de tutkunluğumuz. Dokunmak, görmek ve okumak üçgenine oturmuştu gazeteyle aramızdaki samimi ilişki. Sayfaları çevirdiğimizde duyduğumuz hışırtı, burnumuza gelen samanlı kâğıt ve matbaa mürekkebi kokusu -hayır böyle yazınca kağıda basılı ne varsa içine alan bir genelleme oldu- bizzat gazete kağıdının kendi kokusuydu iştahımızı kabartan. Renkli resimlere ve başlıklara bazen hızlı bakışlar atarak dokuz sütun arasında gezinirdik bazen de “devamı beşinci sayfada” haberlerini kovalardık tek satır atlamadan. Kimimiz çizgi romanlarına meraklıydı, kimimiz spor sayfasına, kimimiz köşe yazılarına ama asıl birlikteliğimiz sonrasında, hepsi bittikten sonrasında gazete, gazete kağıdına dönüştükten sonra başlardı.
İçimizde her haberi, her köşe yazısını hatta ilanları sömürürcesine okuduktan ya da sadece başlıklara göz attıktan ve yahut da bulmacasını çözüp, boşta kalan yerlerde karalama yaptıktan sonra olsun gazeteyi dosdoğrudan çöp kutusuna koyan kaç kişi var acaba? Hadi itiraf edelim; özellikle yaşı otuzu biraz geçkinlerden başlayarak, kıyamazdınız değil mi atmaya? Gazete kağıdının beni biraz daha tut diyen büyülü duruşuna hangimiz kapılmadık ya da gelecek bahar temizliğine kadar okunmuş gazeteleri hangimiz tepeleme biriktirmedik?
Sokaklarda “Şişelere mandal!” diye bağırarak gezen plastik kap kaçak satan “layloncuları” görmüş olanlar “Eskiler, alıyooo, hurdalar alıyoo!” diye bağıran eskicileri de elbet hatırlarlar. Yine de el kantarında tartılan okunmuş gazete balyalarından para kazanmak en son seçenekti. Daha önemli işlerimiz vardı birlikte yapmamız gereken. Hadi yine soralım kendimize, aramızda gazete kâğıdı üzerinde peynir zeytin salatalık yemeyen, domatesin suyu, ekmeğin kırıntısı düşerse üzerine düşsün diye, ama kırda bayırda ama evde ama dükkanında sofrasına gazete kâğıdı sermeyen var mı?
Sıcak tutardı bir defa. Taşa oturacaksak altımıza gazete koyardık. Ahşap doğrama pencere pervazlarının arasından ya da kapı altından hayasızca giren mütecaviz soğuk havanın önünü gazete kağıdıyla keserdik. Camın kırılmışsa yenisi takılana kadar gazete kâğıdı yapıştırmaktan, parkta ayaza oturduysak dizlerimize gazete sayfalarını sermeye, sıcak bir ilişkimiz vardı onunla.
Bunu belki hatırlayan olmaz. Unla su karışımı tutkal kullanarak, pazarcılar için kese kâğıdı yapan ve bundan para kazananlar oldu mu aranızda? Naylon poşet çıktı, devir değişti, dünya biraz daha kirlendi. Oysa eskiden seyyarın, manavın, pazarcının kese kâğıdı gazete kağıdındandı. En pratik paket kâğıdı en kullanışlı sarıp sarmalama malzemesiydi. Seyyar satıcı abiler ay çekirdeğini, Değirmendere Fındığı, leblebi şekerini gazete kağıdından külahlara koyup satarlardı. İster cam silmek için kullan ister evini taşırken kap kaçak, bardak sarmak için, ister altı ıslak ayakkabını üzerine koymak için, ihtiyacımız olduğunda aklımıza ilk o gelirdi.
Bilemiyorum, bizim kuşak belki de atmaya kıyamayan, yeri geldiğinde lazım olur diye saklamayı seven, tedbirli bir kuşaktı. Çocukluğumuzda itibaren bitirip, tamamen tüketmeyi değil, saklayıp yeniden değerlendirmeyi öğretmişlerdi ama gazete kağıdıyla aramızdaki bağlılığın tek sebebi bu da değildi bence. Aramızda karşılıklı bir iletişim vardı. Şimdi tabletlerimizde, telefonlarımız da parmaklarımızın altında kayıp giden haberler yokmuş gibi geliyor bana. Her ne kadar her bir satır dijital alemin derinliklerinde kayıt altına girse de her çağırdığımızda birkaç saniye içinde karşımıza gelseler de tek taraflı bir iletişim bu. İnternet gazetesinden, kayık ya da şapka yapamazsın. Ünlü artistlere sakal bıyık çizemezsin. İnternet gazetesi seni güneşten korumaz. Sadece bir kere okursun aranızdaki ilişki biter. Gazete kağıdıyla uzun süreli bir ilişkimiz vardı.
Okuduğu gazeteleri atmayan ama başka işlerde de kullanmayan, tutkuyla biriktiren, hatta ciltleyen insanlar tanıdım. Ne bileyim, belki bu da bir çeşit aşktı.
Youtube Kanalımızı Ziyaret Ettiniz mi?