Z Kuşağı Uzaydan mı Geldi?
Televizyondan duyar, gazetelerden kuşak çatışması diye okurduk ama o günlerde bu kuşak meselesinin Y’ sini Z’ sini henüz öğrenmemiştik. Gerçi biz de yeni bir kuşaktık ama adımız henüz konulmamıştı. Bir ara bunlar hamburger çocuğu diyenler olduysa da çok tutmadı, mizahi bir yaklaşımdan öteye gitmedi. Seksenler, doksanlar iki binler falan derken bugünlere geldik gelmesine ama kabul edin kuşaklar değişirken bizler de değiştik.
İlkokulu bitirip ortaokula başlamıştık. Bizim semtin şansına o sene aynı zamanda lise olarak kullanılan binada açılan orta okul düştü. Takım elbiseli kravatlı minik erkeklerin, çift örgülü kurdeleli kız öğrencilerin ergen tepişmeleri yapan kocaman abilerin abaların arasında koşuşturması ne kadar mantıklıydı bilmiyorum ama zaten çatık kaşlı, sert bakışlı askerlerin başta olduğu, ülkenin katı kurallarla yönetildiği, mantık aramanın anlamsız olduğu yıllardı.
Okulun bütün camları derslerde dışarı izlemeyelim, dikkatimiz dağılmasın kendimizi derse verelim, okuyalım da büyük adam olalım diye beyaza boyanmıştı. Her gün derse girmeden önce bahçede sınıflar halinde toplanır sıraya girerdik. Sonra liseli abilerin Napolyon adını taktıkları beden eğitimi öğretmeni okulun yüksek giriş merdiven duvarına tırmanır bütün okula kültür fizik hareketleri yaptırırdı. Üzerimizde okul formaları, tepemizde Eylül güneşi, çömelir kalkar, kol bacak açma hareketiyle zıplardık. Sonra tek sıra halinde ilerleyerek öğretmenlerin önünden geçerek okul binasına doğru giderdik tabi denetime takılmazsak. Saçı uzun olan erkek öğrenciler, saçını çift örgü yapmayan kızlar anında ayrılır evlerine yollanırlardı. Beyaz çorap çok sakıncalıydı. Öğrenciler arasında deri kravat modası vardı ki en yanlışıydı. Her şey bir yana okulda öğretmenden dayak yemek çok da büyütülecek bir vaka değildi. Öğretmendi. Vurduğu yerde gül biterdi. Disipline verilmek diye bir olay vardı ki en büyük korkumuzdu.
Bütün bunları neden mi anlattım? Şu yüzden anlattım. Z kuşağı gündem oldu, siyasetçisinden bilim adamına herkes kendince bir şeyler söylüyor söylemesine de hemen hepsi uzaydan bir kuşak gelmiş de yeryüzüne bırakılmış gibi konuşuyor. Z kuşağı şöyle isyankâr, Z kuşağı böyle karşı koyar, şöyle özgüvenlidir, böyle istediğiniz yapar falan… Mesele gittikçe şehir efsanesine dönüşürken gözümüzden kaçan şu ki Z kuşağı dediğin kuşak senden, benden, bizden öğrendikleriyle büyüdü, senden bende ne gördüyse onu yapıyor.
En başta anlattığım Küçük Emrah arka fonlu orta okul anılarına dönelim. O günlere baktığımda öğretmenlerin neden elinde sopayla gezdiğini bugün biraz daha iyi anlıyorum. Zor yıllar atlatmışlardı. Fişlenmeden, hapse girmeden, meslekten atılmadan hayatta kalmayı başaranlar ya daha önce çok çektikleri abilerin ablaların acısını bizden çıkartıyorlardı ya da onlar gibi olmayalım diye tepemize vuruyorlardı. Yanlış anlaşılmasın. Günde üç posta dayak yerdik, bütün öğretmenler dayakçıydı gibi bir şey söylemiyorum. “Aman” derdi bir hocamız “Aman! İlerde üniversiteye gideceksiniz. Sonu “izm” le biten her türlü düşünceden uzak durun.”
Demek istediğim o günlerde çok aşırıya kaçmadığı sürece çocuğunuzun öğretmeninden dayak yemesi o kadar da kanıksanacak bir şey değildi. Şimdi bir düşünün. Öğretmeni okulda çocuğunuza fiske atsa ne yaparsanız. Fiskeyi bırakın yüksek sesle rencide edici sözler söylese? Arkadaşlarının önünde küçük düşürse? İçimizde ertesi gün soluğu okulda almayacak kaç kişi var? Öğretmene iki çift laf etmek şöyle dursun mahkeme kapılarında sürüm sürüm süründürecek anneler, adamın kafasını gözünü yaracak babalar olduğuna eminim. “Vayyy! Sen benim oğluma hee!..”
Yeni kuşak ki artık adı her ne kuşağıysa bizim baskın korumamız altında böyle büyüdü. Özgüvenli olsun, hakkını arasın, kendini ezdirmesin diyen bizdik. Kum havuzunda çocuğumuzun kova küreğiyle başka çocuklar oynadığında sinir olan da bizdik. Tabii ki paylaşmayı da öğrettik ama bir şartla o istediği sürece istemiyorsa asla. Galiba kendi yapamadıklarımızı yapsınlar, bizim yaşadıklarımızı yaşamasınlar istedik. Z kuşağı mı? O kuşağı biz büyüttük, biz eğittik.
Son söz olarak şunu belirteyim; biz de o kadar da ezik, özgüvensiz, yaralı çocuklar değildik. Bizim de kendi çapımızda vardı bildiğimiz bir şeyler. Biz kavganın, kargaşanın, patırtının gürültünün ortasında kendimizi koruyarak dolaşmayı öğrendik. Koruyamadığımız zamanlarda mikroba bağışıklık, darbeye direnç kazandık. Bu yeni kuşak kadar kırılgan, tahammülsüz değildik ve acı gerçek; cep telefonlarımız, tabletlerimiz falan yoktu ama Z kuşağından daha iyi, daha eğlenceli yaşadık.
Muazzez İlmiye Çığ şöyle diyor; Sümer tabletlerinde ne olacak bu gençlerin hali yazdığını gördükten sonra gençleri sorgulamayı bıraktım.